Eski Gaziantep’in yerleşim yerlerinin bulunduğu mahallelere baktığınızda, sanki büyük bir kaya çekiçle yontulmuş da evler, sokaklar, pencereler hatta güneş öyle ortaya çıkmış izlenimi edinirsiniz. Bu sebeple eski Gaziantep "taşkent" fotoğrafı gibi karşımızda durur. Dar ve dolambaçlı sokaklar sizi geçmişin derinliklerine götürür. Taşa dokunulduğunda çıkan her ses ilerdeki sokakta hala çekiçleri ile taş ustalarının taştan evler yaptığı hissi verir..
(Fotoğraflar; Antep Bey mahallesi)
Evler yıllarca birbirine omuz vermiş adamlar gibi yan yana dizilmiş haldedir. Sokakların darlığı evlerin yüksekliği sebebi ile "Gölge sokaklar" oluşmuş. Güneşle gölge yıllardır bu sokaklarda köşe kapmaca oynarlar. Evlerin bu kadar iç içe olmasının birkaç sebebi olduğu görülür. Taşın inşaat malzemesi olarak zor işlenilebilir özelliğinden dolayı, evler arasında bulunan duvarlar ortak duvar olarak kullanılmıştır. Bu durum özelikle avlulu evlerde avlu bahçelerinde daha çok görülmektedir. Taşın yanma özelliğinin az olmasından dolayı yangın durumunda yayılma korkusunun olmaması da buna bir etken oluşturmuştur. Evlerin bu kadar sık olması geçmişin şartlarına göre düşünüldüğünde, taş evler sıklığı ile düşmana karşı da bir kale suru görevi yapmıştır..
Eski Antep evlerinin günün şartlarına göre bir ya da iki katlı olarak yapıldığını görüyoruz. Az da olsa üç katlı evler vardır. Zenginler tarafından yapılan bazı evler çok geniş ve gösterişlidir, bir konak görünümü taşımaktadır. Bu evlerin dış yüzeyindeki mimaride taş hakim olarak görülse de, ahşap mimari özellikleri görmek azda olsa mümkündür. Ahşap; dış cephede, pencerelerde, kapılarda ve çatılarda görünmektedir. Kapılar ve pencere kapakları ağaç işçiliğinin özgün örneklerini oluşturur.
Evlerin çatıları kiremitlerle örtülmüştür. Düz dam olanları da bulunmaktadır.
Gün gelir de Gaziantepli bir arkadaşınız olur, ona bir şeyler ısmarlatmayı düşünürseniz, buna niyeti yoksa size Antep ağzı ile bir söz söyler. “Süğükten in havuşta ariş var, arişte sakom asılı, içinde iki yüz kaıt var. Al gel de sana bi yıkılıyım”
Merak ettiniz ne dediğini açıklayalım.. “Evin duvarından bahçeye in bahçede asma var, asmada ceketim asılı, onda iki yüz eli kağıt var. Alıp gel de sana bir kıyak çekeyim”.
Antep evlerinin güzelliği muhabbetlere de yansımış durumda. Muhabbetlerin uzaması, dostlukların derinleşmesi için Antep evleri ayakta kalmalıdır...
Şimdilerde doğan her güneş evlerin taş duvarlarına sarımsı bir ışık boyası çalar. Gün batımı ile ışıklar evlerin içine taşınır, sonra insanların kalplerine. Antep’te ayakta kalacak her taş, bizi geçmişe bağlayacak, ayakta kalan her duvar umutsuzluğumuzda sırtımızı dayayacağımız dayanağımız olacaktır...
Popüler Yayınlar
-
MEVLANA CELALEDDIN-I RUMI.. (1207-1273) Mevlana'nın asıl adı Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verile...
-
EYYÛB ALEYHİSSELÂM (Belâlara sabrı ile meşhurdur) Eyyûb aleyhisselâmın çok mal ve serveti ile oğlu vardı. Sürü sürü hayvanları, bağları ve b...
-
KELAYNAK KUŞLARI... Nuh Peygamberin bereket sembolü olarak “Tufan” da gemisine aldığı kelaynaklar, geçmişte Türkiye’den Kuzey Afrika’ya, Ar...
-
TAPDUK EMRE TÜRBESİ Ankara'nın Nallıhan ilçesinin Emremsultan köyündedir.. Türbe Emremsultan Köyü girişinin sağında hafif meyilli bir a...
-
KAYMAKAMLAR GEZİ EVİ... Safranbolu Evleri ve o dönemin yaşantısını anlatan önemli bir örnektir. 19. yy. başlarında yapıldığı sanılıyor. Sah...
-
Eski Gaziantep’in yerleşim yerlerinin bulunduğu mahallelere baktığınızda, sanki büyük bir kaya çekiçle yontulmuş da evler, sokaklar, pencere...
-
Bu baklava, Antepli baklava ustalarının hünerli elleriyle, bir zar kadar ince baklava yufkasından imal edilmiştir. Baklava yufkalarının aras...
-
Genellikle kış gecelerinde, birbirine yakın yaş grubundaki gençlerin veya orta yaşlardaki arkadaş gruplarının, her hafta bir başka arkadaşın...
-
HÜNKAR SOFASI... Muhteşem Yüzyıl dizisinde Sultan Süleymanın çıplak cariyelerin danslarını seyrettiği iddia edilen Hünkar Sofası Daire’sini...
-
BALIKLI GÖL (Halil-Ür Rahman Gölü) Kale yamacının dibindeki düzlükte kaynayan bol ve bereketli su, tarih boyunca kutsal sayılmıştır. Çevres...
30 Mayıs 2011 Pazartesi
29 Mayıs 2011 Pazar
*** İMAM ÇAĞDAŞ/GAZİANTEP BAKLAVASI ***
Bu baklava, Antepli baklava ustalarının hünerli elleriyle, bir zar kadar ince baklava yufkasından imal edilmiştir. Baklava yufkalarının arasına iri kıyılmış birinci sınıf Antepfıstığı taneleri serpiştirilerek hazırlanmış ve en kaliteli sade yağ ile taşfırınlarda pişirilip, kıvamı özenle verilerek bize sunulmuştur...
İmam Çağdaş, 1887 yılından bu güne uzanan bir lezzet hikayesi.. Halep'ten gelen Hacı Hüseyin Çağdaş kentin 34'üncü esnafı olarak Maarifte bir dükkan açar. İmam Çağdaş'ın efsanevi lezzetlerini Gaziantep'e yolu düşüp de tatmayan hemen hemen yok gibidir..
İmam Çağdaş'ta baklavanın en dayanılmaz lezzetini zihninize kazıdıktan sonra, o güne kadar bildiğiniz tüm baklava lezzetlerini yeniden gözden geçirirsiniz...
İnsanı baştan çıkaran görüntü…
Med Gold Otel, Ömeriye camii, Mehmet Paşa camii, Yüşa Peygamber türbesi, Kendirli Kilisesi, Gaziantep Kalesi, Hasan Süzer etnoğrafya müzesi, tarihi Gaziantep evleri ve hanlarına yürüme mesafesinde olup Gaziantep'in Tarihi Pasajları, bakır, sedef ve gümüş işlemecileri imalatlarının ve satış mağazalarının bulunduğu mağazalarla iç içedir. Yorulmadan ve zaman kaybınız olmadan dolu dolu Gaziantep'i gezebilirsiniz...
Antep’te dolma deyince biraz durmak lazım. Neden mi? Çünkü Gaziantep yöresinde 15 çeşit dolma çeşidi yapıldığı söylesem abartmamış olurum..
Antep Usulü Zeytinyağlı Dolma, Bulgurlu Kabak Dolması, Firikli Acur Dolması, Haylan Kabağı Dolması, Yaprak Sarması, Karışık Yaz Dolması, Mumbar, İri Tüylü Acur Dolması… diye sıralanır.
Antep usulü çig köfte...
İmam Çağdaş, 1887 yılından bu güne uzanan bir lezzet hikayesi.. Halep'ten gelen Hacı Hüseyin Çağdaş kentin 34'üncü esnafı olarak Maarifte bir dükkan açar. İmam Çağdaş'ın efsanevi lezzetlerini Gaziantep'e yolu düşüp de tatmayan hemen hemen yok gibidir..
İmam Çağdaş'ta baklavanın en dayanılmaz lezzetini zihninize kazıdıktan sonra, o güne kadar bildiğiniz tüm baklava lezzetlerini yeniden gözden geçirirsiniz...
İnsanı baştan çıkaran görüntü…
Med Gold Otel, Ömeriye camii, Mehmet Paşa camii, Yüşa Peygamber türbesi, Kendirli Kilisesi, Gaziantep Kalesi, Hasan Süzer etnoğrafya müzesi, tarihi Gaziantep evleri ve hanlarına yürüme mesafesinde olup Gaziantep'in Tarihi Pasajları, bakır, sedef ve gümüş işlemecileri imalatlarının ve satış mağazalarının bulunduğu mağazalarla iç içedir. Yorulmadan ve zaman kaybınız olmadan dolu dolu Gaziantep'i gezebilirsiniz...
Antep’te dolma deyince biraz durmak lazım. Neden mi? Çünkü Gaziantep yöresinde 15 çeşit dolma çeşidi yapıldığı söylesem abartmamış olurum..
Antep Usulü Zeytinyağlı Dolma, Bulgurlu Kabak Dolması, Firikli Acur Dolması, Haylan Kabağı Dolması, Yaprak Sarması, Karışık Yaz Dolması, Mumbar, İri Tüylü Acur Dolması… diye sıralanır.
Antep usulü çig köfte...
26 Mayıs 2011 Perşembe
*** GÖNÜLÇELEN ŞANLIURFA ***
BALIKLI GÖL (Halil-Ür Rahman Gölü)
Kale yamacının dibindeki düzlükte kaynayan bol ve bereketli su, tarih boyunca kutsal sayılmıştır. Çevresindeki dini yapılar kompleksiyle, bugün de, huşu duygusu uyandırır.
Parkın odak noktası Hazreti İbrahim Havuzu, veya Balıklıgöl'dür. Bunun yakınında asırlık ağaçlarla gölgeli Ayn Zeliha Havuzu yer alır.
İbrahim Peygamber, devrin zalim hükümdarı Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye, tek tanrı fikrini savunmaya başlayınca, Nemrut tarafından bugünkü kalenin bulunduğu tepeden ateşe atılır. Bu sırada Allah tarafından ateşe "Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ve selamet ol"' emri verilir. Bu emir üzerine, ateş suya odunlar da balığa dönüşür. İbrahim bir gül bahçesinin içersine sağ olarak düşer. İbrahim'in düştüğü yer Halil-ür Rahman gölüdür.. Hz İbrahim hakkında geniş bilgi için; HZ. İBRAHİM
Urfa yolculuğunda, öncelikle kentin modern yüzü karşılıyor sizi. Yol boyunca yeni inşa edilmiş sitelerin, alışveriş merkezlerinin yanından geçerek, şehrin merkezine ulaşıyorsunuz...
Urfa Kalesinden Mevlid-i Halil Camii...
Urfa’nın ziyaretçileri, geleneksel mimari tarzda Urfa taşından inşa edilmiş yapıların yer aldığı eski kentin olduğu bölüme geldikleri andan itibaren bambaşka bir dünyaya adım atıklarını fark ederler.
Peygamberler şehri, enbiya ve evliya ocağı Urfa’nın; zahiri ve batıni (açık ve gizli), dünyevi ve ruhani olmak üzere iki yüzü, iki dünyası bulunuyor. Kale, Hz İbrahim’in doğup yaşadığı düşünülen mağara, Dergah Camii ile arkasındaki tarihi çarşı, şehrin ruhani yanını sergiler. Urfalı şair Fanayi, Mevlid-i Halil Camii kitabelerinden birine şunları yazmış:
“Bu Urfa, Allah’ın hayırlı yarattığı şehirlerden olan Urfa’dır. Burası tatlı mucizevi suyun aktığı peygamberler makamıdır. Burası Hicaz ve Kudüs’ten sonra bütün makamlardan daha yücedir. Letafet ve serefle gönül çekici bir şehirdir bu. Peygamberler atası İbrahim Halilullah’ın makamıdır. Allah dostu İbrahim Halil Peygamber’e ateşi serin ve selamet eden Urfa’dır.”
Balıklı gölün kenarını süsleyen Rızvaniye Camii ve eklentileri 1736 tarihli olup Osmanlı valisi Rıdvan Paşa'nın eseridir...
AYN ZELİHA HAVUZU…
Rivayete göre Nemrut'un kızı Zeliha da İbrahim'e inandığından kendisini onun peşinden ateşe atar. Zeliha'nın düştüğü yerde de Ayn zeliha gölü oluşmuştur...
Balıklıgöl’ü (Halil-Ür Rahman Gölü) ziyaret edenlerin ilk işi, çocukların sattığı balık yemlerinden alıp balıklara atmak oluyor. Kutsal olduğuna inanılan bu balıklar görünenden çok daha büyük bir alanda yaşıyorlar. Çünkü, parkın altı su kanalları ve göletlerle dolu. Güzel havalarda Urfalılar, bu parkta piknik yapıp, çocuklarıyla açık havanın keyfini çıkarıyorlar. Burada çok kültürlülük çok renklilik egemen; Arapça, Ermenice, Süryanice, Türkçe ve Kürtçe dilleri birbirine karışıyor...
Her iki havuzda yaşayan onbinlerce sazan balığı yerel halk tarafından kutsal sayılır. Ziyaretçiler balıkları besler. Dokunanın, yiyenin, yemeye teşebbüs edenin çarpılacağına inanılır...
Havuzdan yönümüzü kaleye döndüğümüzde Hz. İbrahim ve Zeliha'nın mancınıkla ateşe atıldığı sütunları görüyoruz..
URFA ADI VE NEMRUT EFSANESİ..
Urfa’da, yüzyıllar önce; Nemrut isminde bir hükümdar yaşarmış. Nemrut; çok zalim ve Allah’a isyan eden biriymiş. Allah; Nemrut’un zayıf bir kul olduğunu göstermek için, en aciz mahluklardan sivrisinekleri kendisine göndereceğini bildirir. Nemrut; harp etmek için ordusuyla karşı çıksa da, sivrisinekler asker ve hayvanların; göz, kulak ve burunlarına girerek, hepsini püskürtür. Nemrut: kendisini odasına zor atar ve kapıyı, bacayı ve bütün delikleri kapatarak saklanır. Topal bir sivrisineğin, Allah’a "Yarabbi, ben gazaya yetişemedim, topallığım mani oldu" diyerek yalvarması üzerine, Allah da, ona "Seni de Nemrut’un helakine memur ettim, git onu bul ve helak et" diye emir buyurur.
Bu topal sivrisinek, Nemrut’u bulur ve odasının anahtar deliğinden girerek saldırır. Nemrut’un, burnundan girer, beynini kemirmeye başlar. Nemrut; başının ağrısından kurtulmak için, türlü çarelere başvurur. Ama, kurtulamaz. Bunun üzerine; keçeden yaptırdığı tokmaklarla, başına vurdurmaya başlar. Bu tokmaklar; ızdırabını gideremeyince, tahta tokmaklarla vurmalarını emreder. Nemrut’un kafasına tokmakla vuruldukça, Nemrut “Vurha, Vuhra” diyerek can verir. Nemrut’un bu bağırmalarından dolayı, memleketin adına “Urfa” denildiği söylenir...
Balıklıgöl'ün yanında yer alan Hotel El-Ruha
"Geleneksel Urfa Mimarisi" tarzında Urfa taşından yapılan otel, taş bezemelerinin yanı sıra, konumu ve mimarisiyle saray görünümündedir. Bu otel mimari tarzıyla Urfaya yakışmış...
Mevlid-i Halil Camii'nin arkasındaki tarihi mezarlık.. Urfanın üzerine güneş batarken tarihi mezar taşlarındaki renk cümbüşü etkileyici…
YENİ MEVLİD-İ HALİL CAMİİ...
Hz. İbrahim, Mevlid-i Halil Cami avlusunun güneyinde bulunan mağarada doğmuştur. Rivayete göre devrin hükümdarı Nemrut, bir rüya görür. Sabah rüyasında gördüklerini müneccimlerine anlatır. Müneccimlerin "Bu yıl doğacak bir çocuk senin saltanatına son verecektir" demesi üzerine Nemrut, halkına emir salarak o yıl doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini ister. Sarayın putçusu Azer'in hanımı bu mağarada gizlice Hz. İbrahim'i dünyaya getirir. Hz. İbrahim 7 yaşına kadar bu mağarada yaşamıştır. Hz. İbrahim'in doğduğu mağaranın içerisinde bulunan suyun, şifalı olduğuna ve bir çok hastalığı iyileştirdiğine inanılır.
Güvercinler insanoğlu varolduğundan bu yana hep savaş karşıtlarınca barışın simgesi olarak görüldüler, bilindiler. Barış yanlısı eller belki de milyonlarca kez onları gökyüzüne gülümseyerek saldı. Güvercinler.. Bu sevimli yaratıkların Şanlıurfa'da konumu ve kimliği ne yazık ki o barış sembolü olmaktan çok uzak. Çünkü onlar birer savaşçı. Kentin özellikle mistik yapısını yansıtan Haşimiye, Eyyübiye, Yakubiye ve Süleymaniye semtlerinde yaklaşık 500 evde on bin kadar cins güvercin gün gelip de savaşsınlar, sahiplerine ganimet getirip para kazandırsınlar diye besleniyor...
YEMEK MOLASI
Balıklı Göl etrafındaki gezintiden yorulanlar, genellikle Urfa Kalesi’nin yamacındaki, müthiş manzaralı kebapçılardan birinde mola veriyorlar. Urfa Kebabı, Frenkli (domestesli) kebap, çiğ köfte, haş haş kebabı ve masluka, tadına bakılması gerekli lezzetler arasında yer alıyor. Yemek molasının ardından görülmesi gereken yerlerin başında Urfa Kalesi geliyor. Uzaktan bakıldığında, gayet heybetli bir görünümü olan Kale’nin doğu, batı ve güney yanları, kayadan oyma derin savunma hendeği ile çevrili...
Urfa kebabı yağı ve sinirleri el ile ayıklanmış, "Kıvırcık" tabir edilen kuzunun etinden hazırlanır. Dana ve kuyruk yağı katkı olmaksızın el ile kıyma haline getirilen kuzu eti, yuvarlak şişe saplanarak kömür ateşinde pişirilir. Yanında taze soğan ve maydanozla servis edilir.. Urfa kebabı sadece kuzu etinden yapılmaktadır, dana eti, iç yağ ve kuyruk yağı karıştırılmadığı için kalp ve tansiyon hastalarının da rahatlıkla tüketebileceği mükemmel bir lezzettir...
Hz. İbrahim ateşe atıldığı sırada Allah tarafından ateşe "Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ve selamet ol" emri verilir.. O günden bu güne Urfa'yı her ziyaret eden bu serinliği hisseder...
Kale yamacının dibindeki düzlükte kaynayan bol ve bereketli su, tarih boyunca kutsal sayılmıştır. Çevresindeki dini yapılar kompleksiyle, bugün de, huşu duygusu uyandırır.
Parkın odak noktası Hazreti İbrahim Havuzu, veya Balıklıgöl'dür. Bunun yakınında asırlık ağaçlarla gölgeli Ayn Zeliha Havuzu yer alır.
İbrahim Peygamber, devrin zalim hükümdarı Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye, tek tanrı fikrini savunmaya başlayınca, Nemrut tarafından bugünkü kalenin bulunduğu tepeden ateşe atılır. Bu sırada Allah tarafından ateşe "Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ve selamet ol"' emri verilir. Bu emir üzerine, ateş suya odunlar da balığa dönüşür. İbrahim bir gül bahçesinin içersine sağ olarak düşer. İbrahim'in düştüğü yer Halil-ür Rahman gölüdür.. Hz İbrahim hakkında geniş bilgi için; HZ. İBRAHİM
Urfa yolculuğunda, öncelikle kentin modern yüzü karşılıyor sizi. Yol boyunca yeni inşa edilmiş sitelerin, alışveriş merkezlerinin yanından geçerek, şehrin merkezine ulaşıyorsunuz...
Urfa Kalesinden Mevlid-i Halil Camii...
Urfa’nın ziyaretçileri, geleneksel mimari tarzda Urfa taşından inşa edilmiş yapıların yer aldığı eski kentin olduğu bölüme geldikleri andan itibaren bambaşka bir dünyaya adım atıklarını fark ederler.
Peygamberler şehri, enbiya ve evliya ocağı Urfa’nın; zahiri ve batıni (açık ve gizli), dünyevi ve ruhani olmak üzere iki yüzü, iki dünyası bulunuyor. Kale, Hz İbrahim’in doğup yaşadığı düşünülen mağara, Dergah Camii ile arkasındaki tarihi çarşı, şehrin ruhani yanını sergiler. Urfalı şair Fanayi, Mevlid-i Halil Camii kitabelerinden birine şunları yazmış:
“Bu Urfa, Allah’ın hayırlı yarattığı şehirlerden olan Urfa’dır. Burası tatlı mucizevi suyun aktığı peygamberler makamıdır. Burası Hicaz ve Kudüs’ten sonra bütün makamlardan daha yücedir. Letafet ve serefle gönül çekici bir şehirdir bu. Peygamberler atası İbrahim Halilullah’ın makamıdır. Allah dostu İbrahim Halil Peygamber’e ateşi serin ve selamet eden Urfa’dır.”
Balıklı gölün kenarını süsleyen Rızvaniye Camii ve eklentileri 1736 tarihli olup Osmanlı valisi Rıdvan Paşa'nın eseridir...
AYN ZELİHA HAVUZU…
Rivayete göre Nemrut'un kızı Zeliha da İbrahim'e inandığından kendisini onun peşinden ateşe atar. Zeliha'nın düştüğü yerde de Ayn zeliha gölü oluşmuştur...
Balıklıgöl’ü (Halil-Ür Rahman Gölü) ziyaret edenlerin ilk işi, çocukların sattığı balık yemlerinden alıp balıklara atmak oluyor. Kutsal olduğuna inanılan bu balıklar görünenden çok daha büyük bir alanda yaşıyorlar. Çünkü, parkın altı su kanalları ve göletlerle dolu. Güzel havalarda Urfalılar, bu parkta piknik yapıp, çocuklarıyla açık havanın keyfini çıkarıyorlar. Burada çok kültürlülük çok renklilik egemen; Arapça, Ermenice, Süryanice, Türkçe ve Kürtçe dilleri birbirine karışıyor...
Her iki havuzda yaşayan onbinlerce sazan balığı yerel halk tarafından kutsal sayılır. Ziyaretçiler balıkları besler. Dokunanın, yiyenin, yemeye teşebbüs edenin çarpılacağına inanılır...
Havuzdan yönümüzü kaleye döndüğümüzde Hz. İbrahim ve Zeliha'nın mancınıkla ateşe atıldığı sütunları görüyoruz..
URFA ADI VE NEMRUT EFSANESİ..
Urfa’da, yüzyıllar önce; Nemrut isminde bir hükümdar yaşarmış. Nemrut; çok zalim ve Allah’a isyan eden biriymiş. Allah; Nemrut’un zayıf bir kul olduğunu göstermek için, en aciz mahluklardan sivrisinekleri kendisine göndereceğini bildirir. Nemrut; harp etmek için ordusuyla karşı çıksa da, sivrisinekler asker ve hayvanların; göz, kulak ve burunlarına girerek, hepsini püskürtür. Nemrut: kendisini odasına zor atar ve kapıyı, bacayı ve bütün delikleri kapatarak saklanır. Topal bir sivrisineğin, Allah’a "Yarabbi, ben gazaya yetişemedim, topallığım mani oldu" diyerek yalvarması üzerine, Allah da, ona "Seni de Nemrut’un helakine memur ettim, git onu bul ve helak et" diye emir buyurur.
Bu topal sivrisinek, Nemrut’u bulur ve odasının anahtar deliğinden girerek saldırır. Nemrut’un, burnundan girer, beynini kemirmeye başlar. Nemrut; başının ağrısından kurtulmak için, türlü çarelere başvurur. Ama, kurtulamaz. Bunun üzerine; keçeden yaptırdığı tokmaklarla, başına vurdurmaya başlar. Bu tokmaklar; ızdırabını gideremeyince, tahta tokmaklarla vurmalarını emreder. Nemrut’un kafasına tokmakla vuruldukça, Nemrut “Vurha, Vuhra” diyerek can verir. Nemrut’un bu bağırmalarından dolayı, memleketin adına “Urfa” denildiği söylenir...
Balıklıgöl'ün yanında yer alan Hotel El-Ruha
"Geleneksel Urfa Mimarisi" tarzında Urfa taşından yapılan otel, taş bezemelerinin yanı sıra, konumu ve mimarisiyle saray görünümündedir. Bu otel mimari tarzıyla Urfaya yakışmış...
Mevlid-i Halil Camii'nin arkasındaki tarihi mezarlık.. Urfanın üzerine güneş batarken tarihi mezar taşlarındaki renk cümbüşü etkileyici…
YENİ MEVLİD-İ HALİL CAMİİ...
Hz. İbrahim, Mevlid-i Halil Cami avlusunun güneyinde bulunan mağarada doğmuştur. Rivayete göre devrin hükümdarı Nemrut, bir rüya görür. Sabah rüyasında gördüklerini müneccimlerine anlatır. Müneccimlerin "Bu yıl doğacak bir çocuk senin saltanatına son verecektir" demesi üzerine Nemrut, halkına emir salarak o yıl doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini ister. Sarayın putçusu Azer'in hanımı bu mağarada gizlice Hz. İbrahim'i dünyaya getirir. Hz. İbrahim 7 yaşına kadar bu mağarada yaşamıştır. Hz. İbrahim'in doğduğu mağaranın içerisinde bulunan suyun, şifalı olduğuna ve bir çok hastalığı iyileştirdiğine inanılır.
Güvercinler insanoğlu varolduğundan bu yana hep savaş karşıtlarınca barışın simgesi olarak görüldüler, bilindiler. Barış yanlısı eller belki de milyonlarca kez onları gökyüzüne gülümseyerek saldı. Güvercinler.. Bu sevimli yaratıkların Şanlıurfa'da konumu ve kimliği ne yazık ki o barış sembolü olmaktan çok uzak. Çünkü onlar birer savaşçı. Kentin özellikle mistik yapısını yansıtan Haşimiye, Eyyübiye, Yakubiye ve Süleymaniye semtlerinde yaklaşık 500 evde on bin kadar cins güvercin gün gelip de savaşsınlar, sahiplerine ganimet getirip para kazandırsınlar diye besleniyor...
YEMEK MOLASI
Balıklı Göl etrafındaki gezintiden yorulanlar, genellikle Urfa Kalesi’nin yamacındaki, müthiş manzaralı kebapçılardan birinde mola veriyorlar. Urfa Kebabı, Frenkli (domestesli) kebap, çiğ köfte, haş haş kebabı ve masluka, tadına bakılması gerekli lezzetler arasında yer alıyor. Yemek molasının ardından görülmesi gereken yerlerin başında Urfa Kalesi geliyor. Uzaktan bakıldığında, gayet heybetli bir görünümü olan Kale’nin doğu, batı ve güney yanları, kayadan oyma derin savunma hendeği ile çevrili...
Urfa kebabı yağı ve sinirleri el ile ayıklanmış, "Kıvırcık" tabir edilen kuzunun etinden hazırlanır. Dana ve kuyruk yağı katkı olmaksızın el ile kıyma haline getirilen kuzu eti, yuvarlak şişe saplanarak kömür ateşinde pişirilir. Yanında taze soğan ve maydanozla servis edilir.. Urfa kebabı sadece kuzu etinden yapılmaktadır, dana eti, iç yağ ve kuyruk yağı karıştırılmadığı için kalp ve tansiyon hastalarının da rahatlıkla tüketebileceği mükemmel bir lezzettir...
Hz. İbrahim ateşe atıldığı sırada Allah tarafından ateşe "Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ve selamet ol" emri verilir.. O günden bu güne Urfa'yı her ziyaret eden bu serinliği hisseder...
25 Mayıs 2011 Çarşamba
*** SIRA GECESİ/ŞANLIURFA ***
Genellikle kış gecelerinde, birbirine yakın yaş grubundaki gençlerin veya orta yaşlardaki arkadaş gruplarının, her hafta bir başka arkadaşın evinde olmak üzere, haftada bir akşam, belirli bir niteliğe ve düzene göre sıra ile yaptıkları toplantılara Şanlıurfa'da “sıra gecesi” denmektedir. Kısaca; “sıra gecesi” bir arkadaş grubunun haftada bir olmak üzere bir araya geldikleri toplantılardır..
“Sıra gecesi” bir halk mektebidir, eğitim ve öğretim müessesesidir, arkadaşlıkların dostluklara dönüştüğü, dayanışma ve yardımlaşmanın, hoş sohbetin, müziğin, edebiyatın harman olduğu gecelerdir...
Sıra Gecesinin Baş Yemeği “ÇİĞKÖFTE”
Sıra gecelerinde yemek olarak “çiğköfte” yapılır, nadiren diğer yemekli sıra geceleri de vardır. Diğer bir ifade ile “Çiğköfte” sıra gecelerinin değişmez yemeğidir diyebiliriz. Sırada sohbet veya müzik faslı biterken köfteyi yoğuracak kişi ve ona yardımcı olacaklar köfte yoğurmak üzere kalkarlar. Daha önce bulguru, eti, isodu (kırmızı pul biberi) ve diğer malzemelerin hazırlanmıştır. Köfteyi yoğuracak olan, elini güzelce yıkayarak işe başlar. Köfte kıvamına geleceği sırada, sofra serilmeye başlanır. Köfte ile beraber yenilecek has (marul), beyaz lahana, salatalık, turp, nane, pırpırım (semizotu) ve Urfa'da yetişen hardal, kuzukulağı, suyarpızı, tuzik pendik ve tere gibi dere otlarından mevsimine göre bulunanlar sofraya dizilir. Ayran ve ekmek de sofraya konulduktan sonra hazır olan çiğköfte herkese bir tabak olacak şekilde servis yapılır...
ŞILLIK TATLISI..
Sıra gecelerinde çiğköfteden sonra kadayıf, şıllık, katmer, baklava veya daş ekmeği, küncülü akkıt, palıza, şıre gibi mahalli tatlılardan herhangi biri ikram edilebilir. Sıra sahibinin hanımı maharetli ise, bu tatlılar evde hazırlanır, yoksa çarşıdan alınır.
Yıldız Sarayı konuk evi, Şanlıurfa geleneksel konut mimarisinin anıtsal örneklerindendir. Şanlıurfa evlerinin en güzel örneklerinin yer aldığı Osmanlı Döneminde, Paşa saraylarının bulunduğu, eski mahallesindedir. Evliya Çelebinin Seyehatnamesindede adı geçen Tayyar Mehmet Paşa Sarayı'nın bu ev olduğu halk arasında söylenmektedir.
http://www.yildizsarayikonukevi.com/index.php
URFALI SEVMİŞ...
Sen vuralı yaralı yar gün be güne sararı yar
Sen vuralı yaralı yar gün be güne sararı yar
El çekten benden vurdun inceden sende sevmistin
Sakladın benden anlamadim ki fayda yok
Senden anlamadım ki fayda yok senden
Dost degil dost degil dost görünür
Feleğim yaradır yaradır yara yaradır yüreğim
Urfalı sevmiş doğrudur güzelim
Senin de gönlün var alyanaklı yar
Dost degil dost degil dost görülü feleğim
Yaradır yaralıdır sana yaralı yüreğim
Urfalı sevmiş doğrudur güzelim
Seninde gönlün var alyanaklı yar...
http://www.youtube.com/watch?v=cKgzY2Zmha8
“Sıra gecesi” bir halk mektebidir, eğitim ve öğretim müessesesidir, arkadaşlıkların dostluklara dönüştüğü, dayanışma ve yardımlaşmanın, hoş sohbetin, müziğin, edebiyatın harman olduğu gecelerdir...
Sıra Gecesinin Baş Yemeği “ÇİĞKÖFTE”
Sıra gecelerinde yemek olarak “çiğköfte” yapılır, nadiren diğer yemekli sıra geceleri de vardır. Diğer bir ifade ile “Çiğköfte” sıra gecelerinin değişmez yemeğidir diyebiliriz. Sırada sohbet veya müzik faslı biterken köfteyi yoğuracak kişi ve ona yardımcı olacaklar köfte yoğurmak üzere kalkarlar. Daha önce bulguru, eti, isodu (kırmızı pul biberi) ve diğer malzemelerin hazırlanmıştır. Köfteyi yoğuracak olan, elini güzelce yıkayarak işe başlar. Köfte kıvamına geleceği sırada, sofra serilmeye başlanır. Köfte ile beraber yenilecek has (marul), beyaz lahana, salatalık, turp, nane, pırpırım (semizotu) ve Urfa'da yetişen hardal, kuzukulağı, suyarpızı, tuzik pendik ve tere gibi dere otlarından mevsimine göre bulunanlar sofraya dizilir. Ayran ve ekmek de sofraya konulduktan sonra hazır olan çiğköfte herkese bir tabak olacak şekilde servis yapılır...
ŞILLIK TATLISI..
Sıra gecelerinde çiğköfteden sonra kadayıf, şıllık, katmer, baklava veya daş ekmeği, küncülü akkıt, palıza, şıre gibi mahalli tatlılardan herhangi biri ikram edilebilir. Sıra sahibinin hanımı maharetli ise, bu tatlılar evde hazırlanır, yoksa çarşıdan alınır.
Yıldız Sarayı konuk evi, Şanlıurfa geleneksel konut mimarisinin anıtsal örneklerindendir. Şanlıurfa evlerinin en güzel örneklerinin yer aldığı Osmanlı Döneminde, Paşa saraylarının bulunduğu, eski mahallesindedir. Evliya Çelebinin Seyehatnamesindede adı geçen Tayyar Mehmet Paşa Sarayı'nın bu ev olduğu halk arasında söylenmektedir.
http://www.yildizsarayikonukevi.com/index.php
URFALI SEVMİŞ...
Sen vuralı yaralı yar gün be güne sararı yar
Sen vuralı yaralı yar gün be güne sararı yar
El çekten benden vurdun inceden sende sevmistin
Sakladın benden anlamadim ki fayda yok
Senden anlamadım ki fayda yok senden
Dost degil dost degil dost görünür
Feleğim yaradır yaradır yara yaradır yüreğim
Urfalı sevmiş doğrudur güzelim
Senin de gönlün var alyanaklı yar
Dost degil dost degil dost görülü feleğim
Yaradır yaralıdır sana yaralı yüreğim
Urfalı sevmiş doğrudur güzelim
Seninde gönlün var alyanaklı yar...
http://www.youtube.com/watch?v=cKgzY2Zmha8
24 Mayıs 2011 Salı
*** KELAYNAK KUŞLARI - BİRECİK/ŞANLIURFA ***
KELAYNAK KUŞLARI...
Nuh Peygamberin bereket sembolü olarak “Tufan” da gemisine aldığı kelaynaklar, geçmişte Türkiye’den Kuzey Afrika’ya, Arap Yarımadasından Fas’a kadar, çok geniş bir bölgede ürerlermiş. Ancak; avcılık, üreme alanlarında rahatsız edilmeleri, yaşam alanlarının değişmesi ve beslenme alanlarında kullanılan zirai ilaçlardan zehirlenmeleri sonucunda, sayılarında ciddi azalmalar ve dağılım olmuştur.
Günümüzde, kelaynaklar, nesli tükenmekle karşı karşıya olan kuş türlerinden biridir. Dünyada yalnızca Nil Vadisinde ve Birecik’te bulunmaktadırlar. Şubat ayı ortalarında, Birecik'e gelen kelaynak kuşlarının kayalıklara yerleşmeleri Mart ayı ortalarını bulmaktadır. Üremelerinin ardından yavrularını burada büyüttükten sonra Temmuz ayı ortalarında Birecik'ten tekrar yavruları ile birlikte ayrılmaktadırlar. Tek eşli olan kelaynak kuşları, her sene aynı eşle yuva yapar ve çiftleşirler. Yuva yapma gücünü gösterenler ergin olanlardır. Erginlik çağını doldurmaları için 5 yaşına ulaşmaları gerekmektedir. Ortalama ömürleri 25-30 yıldır..
1950'lerin başında Birecik'te 1000'den fazla olan kelaynak kuşlarının sayısında 1954 yılından itibaren önemli ölçüde azalma görülmüştür. Azalma nedenleri olarak, zirai ilaçların fazla kullanılması ile böcekçil olan bu kuşların doğal beslenme dengesinin bozulması, uzun süren göç esnasında gerek avcılar tarafından vurulmaları gerekse soğuk hava şartlarından etkilenmeleri gösterilmektedir. Göç eden kelaynak kuşları Lübnan-İsrail yolu ile Nil Vadisi veya Kızıldeniz Sahili'ne gitmekte olup sözü geçen yerlerde izlenememektedirler.
Gidenlerin dönmemesinden kaynaklanan bu azalmayı ve nesillerinin tükenmesini önlemek için Orman Genel Müdürlüğü tarafından “Kelaynak Üretme İstasyonu” 1977 yılında kurulmuş. 1990 yılına kadar göç etmesine izin verilen kelaynakların dönüşleri devam etmiş. Ancak 1990 yılında, yalnızca bir kuş, göçten dönmüştür. Ancak, dönüş sürekli aksayınca, 1998 yılından itibaren göç için bırakılma bitirilmiştir. Korunmaya alınan kuşlar siyah yağsız et, rendelenmiş havuç, haşlanmış yumurta ve yem karması ile beslenmektedirler.
Kelaynak kuşlarının erginlerinin baş ve gerdanlarında tüy bulunmadığı için kelaynak ismi verilmiştir. Bu kuşların en önemli özelliği: tek eşli olmalarıdır. Eşlerine çok sadıktırlar. Öyle ki eşi ölen bazı kelaynak kuşlarının, yemeyi-içmeyi terk edip, ya da kendini kayalardan aşağıya bırakarak intiharı seçtikleri çok görülmüştür.
Kuş yavrularının düşmemesi için kayalıkların aşağısına ağ serilmiştir ve kuşlara belli bir mesafeden ileri yaklaşılması engellenmiştir, buna sebeb olarak kuşların insanlara alışmaması ve uzun göç yolculuğunda insanlardan kendini koruyabilmesi içindir…
Kelaynak kuşlarının neden Birecik’i seçtikleri de merak konusudur. Doğal yaşama ortamlarını burada bulabildikleri gerçeğinin yanı sıra; bu sırrı şu anda yaşadıkları Fırat nehri kıyısındaki vadi boyunca uzanan ve şu anda koruma altına alındıkları istasyonda da bulunan kalker kayalarda aramak gerekir. Halk arasında bu kalker kayalıklarda bulunan "KALSİT" maddesinin Kelaynak kuşlarının üreme gücünü arttırdığı söylenmektedir..
Birecik (Fırat'ın Gülü)..
Fırat ırmağının eskiden sadece doğu kıyısındayken son yıllarda her iki kıyısı üzerinde, deniz seviyesinden 450 metre yükseklikte kurulmuştur.
Birecik Şanlıurfa’ya 83, Gaziantep’e 63 km. uzaklıktadır. Evler, ırmak boyundaki dar bir düzlükte ve bunun gerisinde yükselen dik bir yamaç üzerine yayılır. Bu yamaç üzerinde bir de kalesi vardır.
Birecik Köprüsü, Birecik ilçesinde Fırat ırmağı üzerindedir. Yakın yıllara kadar Urfa-Gaziantep devlet yolu, Birecik’te kesintiye uğruyor, ırmak bu noktada kayık ve sallarla geçildikten sonra yolculuğa devam ediliyordu. 1952 yılı sonunda burada bir köprünün yapımına başlandı. 1955 yılı sonunda biten Birecik Köprüsü 720 m uzunluğunda ve 10 m genişlediğindedir. Her iki tarafında yayaların geçmesi için birer metrelik kesimler ayrılmıştır. Birecik tarafında 55’er metre açıklıkta 5 kemer, Gaziantep tarafında ise 26'şar metre açıklıkta 14 bölümü vardır.
Kelaynak kuşlarıyla ünlü, Fırat nehrinin çekiciliği ile doğal ve tarihi eserleriyle göze hoş gelen bir ilçedir. Birecik köprüsü Türkiye'nin ikinci uzun ırmak köprüsüdür.
Su fıratın suyu akar serindir
Ölem ölem derdo ölem akar serindir
Yarimi götürdü anam kanlı zalimdir
Ölem ölem kanlı zalimdir nasıl gülem
Daha gün görmemis taze gelindir
Ölem ölem derdo ölem taze gelindir
Söyletmeyin beni anam yaram derindir
Ölem ölem yaram derindir nasıl gülem
Birecik'e ulaşırken kelaynak sürüsüyle karşılaşmasanız da, köprüyü geçer geçmez sizi dev bir kelaynak heykeli karşılıyor.
Ondan sonra da peşinizi bırakmıyorlar; sadece Belediye'nin değil, ilçedeki bazı işletmelerin logosunda, ilçe merkezindeki trafo binalarının üzerinde ve parklara verilen isimlerde hep bu başı tüysüz kuşlar var..
Kaymakamlık verilerine göre bilim insanları, araştırmacılar, doğa korumacılar, kuş gözlemcileri, öğrenciler, yerli ve yabancı turistlerden oluşan 10.000'den fazla kişi her yıl kelaynakları görmeye, Birecik'e geliyor...
Nuh Peygamberin bereket sembolü olarak “Tufan” da gemisine aldığı kelaynaklar, geçmişte Türkiye’den Kuzey Afrika’ya, Arap Yarımadasından Fas’a kadar, çok geniş bir bölgede ürerlermiş. Ancak; avcılık, üreme alanlarında rahatsız edilmeleri, yaşam alanlarının değişmesi ve beslenme alanlarında kullanılan zirai ilaçlardan zehirlenmeleri sonucunda, sayılarında ciddi azalmalar ve dağılım olmuştur.
Günümüzde, kelaynaklar, nesli tükenmekle karşı karşıya olan kuş türlerinden biridir. Dünyada yalnızca Nil Vadisinde ve Birecik’te bulunmaktadırlar. Şubat ayı ortalarında, Birecik'e gelen kelaynak kuşlarının kayalıklara yerleşmeleri Mart ayı ortalarını bulmaktadır. Üremelerinin ardından yavrularını burada büyüttükten sonra Temmuz ayı ortalarında Birecik'ten tekrar yavruları ile birlikte ayrılmaktadırlar. Tek eşli olan kelaynak kuşları, her sene aynı eşle yuva yapar ve çiftleşirler. Yuva yapma gücünü gösterenler ergin olanlardır. Erginlik çağını doldurmaları için 5 yaşına ulaşmaları gerekmektedir. Ortalama ömürleri 25-30 yıldır..
1950'lerin başında Birecik'te 1000'den fazla olan kelaynak kuşlarının sayısında 1954 yılından itibaren önemli ölçüde azalma görülmüştür. Azalma nedenleri olarak, zirai ilaçların fazla kullanılması ile böcekçil olan bu kuşların doğal beslenme dengesinin bozulması, uzun süren göç esnasında gerek avcılar tarafından vurulmaları gerekse soğuk hava şartlarından etkilenmeleri gösterilmektedir. Göç eden kelaynak kuşları Lübnan-İsrail yolu ile Nil Vadisi veya Kızıldeniz Sahili'ne gitmekte olup sözü geçen yerlerde izlenememektedirler.
Gidenlerin dönmemesinden kaynaklanan bu azalmayı ve nesillerinin tükenmesini önlemek için Orman Genel Müdürlüğü tarafından “Kelaynak Üretme İstasyonu” 1977 yılında kurulmuş. 1990 yılına kadar göç etmesine izin verilen kelaynakların dönüşleri devam etmiş. Ancak 1990 yılında, yalnızca bir kuş, göçten dönmüştür. Ancak, dönüş sürekli aksayınca, 1998 yılından itibaren göç için bırakılma bitirilmiştir. Korunmaya alınan kuşlar siyah yağsız et, rendelenmiş havuç, haşlanmış yumurta ve yem karması ile beslenmektedirler.
Kelaynak kuşlarının erginlerinin baş ve gerdanlarında tüy bulunmadığı için kelaynak ismi verilmiştir. Bu kuşların en önemli özelliği: tek eşli olmalarıdır. Eşlerine çok sadıktırlar. Öyle ki eşi ölen bazı kelaynak kuşlarının, yemeyi-içmeyi terk edip, ya da kendini kayalardan aşağıya bırakarak intiharı seçtikleri çok görülmüştür.
Kuş yavrularının düşmemesi için kayalıkların aşağısına ağ serilmiştir ve kuşlara belli bir mesafeden ileri yaklaşılması engellenmiştir, buna sebeb olarak kuşların insanlara alışmaması ve uzun göç yolculuğunda insanlardan kendini koruyabilmesi içindir…
Kelaynak kuşlarının neden Birecik’i seçtikleri de merak konusudur. Doğal yaşama ortamlarını burada bulabildikleri gerçeğinin yanı sıra; bu sırrı şu anda yaşadıkları Fırat nehri kıyısındaki vadi boyunca uzanan ve şu anda koruma altına alındıkları istasyonda da bulunan kalker kayalarda aramak gerekir. Halk arasında bu kalker kayalıklarda bulunan "KALSİT" maddesinin Kelaynak kuşlarının üreme gücünü arttırdığı söylenmektedir..
Birecik (Fırat'ın Gülü)..
Fırat ırmağının eskiden sadece doğu kıyısındayken son yıllarda her iki kıyısı üzerinde, deniz seviyesinden 450 metre yükseklikte kurulmuştur.
Birecik Şanlıurfa’ya 83, Gaziantep’e 63 km. uzaklıktadır. Evler, ırmak boyundaki dar bir düzlükte ve bunun gerisinde yükselen dik bir yamaç üzerine yayılır. Bu yamaç üzerinde bir de kalesi vardır.
Birecik Köprüsü, Birecik ilçesinde Fırat ırmağı üzerindedir. Yakın yıllara kadar Urfa-Gaziantep devlet yolu, Birecik’te kesintiye uğruyor, ırmak bu noktada kayık ve sallarla geçildikten sonra yolculuğa devam ediliyordu. 1952 yılı sonunda burada bir köprünün yapımına başlandı. 1955 yılı sonunda biten Birecik Köprüsü 720 m uzunluğunda ve 10 m genişlediğindedir. Her iki tarafında yayaların geçmesi için birer metrelik kesimler ayrılmıştır. Birecik tarafında 55’er metre açıklıkta 5 kemer, Gaziantep tarafında ise 26'şar metre açıklıkta 14 bölümü vardır.
Kelaynak kuşlarıyla ünlü, Fırat nehrinin çekiciliği ile doğal ve tarihi eserleriyle göze hoş gelen bir ilçedir. Birecik köprüsü Türkiye'nin ikinci uzun ırmak köprüsüdür.
Su fıratın suyu akar serindir
Ölem ölem derdo ölem akar serindir
Yarimi götürdü anam kanlı zalimdir
Ölem ölem kanlı zalimdir nasıl gülem
Daha gün görmemis taze gelindir
Ölem ölem derdo ölem taze gelindir
Söyletmeyin beni anam yaram derindir
Ölem ölem yaram derindir nasıl gülem
Birecik'e ulaşırken kelaynak sürüsüyle karşılaşmasanız da, köprüyü geçer geçmez sizi dev bir kelaynak heykeli karşılıyor.
Ondan sonra da peşinizi bırakmıyorlar; sadece Belediye'nin değil, ilçedeki bazı işletmelerin logosunda, ilçe merkezindeki trafo binalarının üzerinde ve parklara verilen isimlerde hep bu başı tüysüz kuşlar var..
Kaymakamlık verilerine göre bilim insanları, araştırmacılar, doğa korumacılar, kuş gözlemcileri, öğrenciler, yerli ve yabancı turistlerden oluşan 10.000'den fazla kişi her yıl kelaynakları görmeye, Birecik'e geliyor...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)