Popüler Yayınlar

28 Nisan 2011 Perşembe

*** YUNUS EMRE'NİN HOCASI TAPTUK EMRE VE ÇAYIRHAN KUŞ CENNETİ ***

TAPDUK EMRE TÜRBESİ
Ankara'nın Nallıhan ilçesinin Emremsultan köyündedir.. Türbe Emremsultan Köyü girişinin sağında hafif meyilli bir arazi üzerinde bulunan mezarlık içinde yer alır.. Ankara'ya  150 km uzaklıktadır..
YUNUS'U YUNUS YAPAN NEDİR?...
Meşhur menkıbelere nazaran Yûnus Emre, çok fakir bir kimse olup geçimini çiftçilik yaparak temin etmekteydi. Bir ara büyük bir kuraklık oldu ve hiçbir mahsûl elde edemedi. Fakirliği büsbütün belini büktü. Naçar bir vaziyette idi. Bir çok kerâmet ve yardımlarını işittiği Hacı Bektâş-ı Veli Hazretleri’nin dergâhında herkesin muradına erdiğini duyarak yiyecek almak için Hazret-i Pîr’in yoluna düştü. Giderken “ Boş giden boş döner ” düsturundan hareketle yanına bir miktar alıç (dağ yemişi) aldı. Dergâha vardığında dervişlere:

“ -Ben fakir bir kimseyim. Bu alıcı Hazret’e hediye olarak getirdim. Ne olur bunu kabul edin de bana bir miktar buğday verin! Zira kıtlık, bizi perişan eyledi…” dedi.
Durumu öğrenen Hacı Bektâş-ı Veli, fakir Yûnus’a, ondaki meknûz istidât ve cevheri keşfederek alâka gösterdi. Onu birkaç gün dergâhta misafir etti. Ancak Yûnus, ev halkının kendisinden yiyecek beklediğini ifâde ederek gitmek için dervişler vâsıtasıyla izin istedi. Dervişler, keyfiyeti Hazret-i Pir’e bildirdiler. Hacı Bektâş-ı Veli, haber gönderdi.
“ -Sorun Yûnus’a; buğday mı ister, yoksa erenlerin himmetini mi? ”
Bîçâre Yûnus, buğday istedi.Hacı Bektâş-ı Veli
“ -Arzu ederse, getirdiği alıç tanesince nefes eyleyelim! ”
Yûnus, buğday istediğinde ısrar ederek:
“ -Ben nefesi ne yapayım? Bana buğday lazım. ” dedi. Hacı Bektâş-ı Veli, son olarak:
“ -İsterse alıçlarındaki her çekirdek sayısı kadar himmet eyleyeyim! ” haberini gönderdi.
Yûnus, bu defa da buğday’ı tercih etti.
Bunun üzerine Hazret-i Pir’in emriyle arzu ettiği buğday kendisine verilerek yolcu edildi. Arzusuna nâil olduğu için dergâhtan sevinçle ayrılıp köyüne doğru yola koyulan Yûnus, olup bitenleri düşünmeye başladı. Düşündükçe ne büyük yanlışlık yaptığının farkına vardı. Nihâyet yarı yoldan dönerek tekrar dergâha koştu. Telaş ve nedâmet içinde dervişlere:
“ - Erenler! Buğdayı geri alın ve Pîr Hazretleri’ne himmet istediğimi bildirin! Bahsettiği nasibi ihsan eylesin! ” dedi.
Ancak iş işten geçmişti. Hacı Bektâş-ı Velî:
“ -Biz onu Taptuk Emre’ye verdik. Artık nasibinin anahtarı Taptuk Emre’dedir. ” dedi.
Bunun üzerine Yûnus doğruca Taptuk Emre’nin dergâhına vardı. Ona olup bitenleri anlattı. Sükûnetle kendisini dinleyen Taptuk Emre de: “ -Yûnus! Hizmet eyle, himmet eyleyelim! ” buyurdu.
Sonra da dergâha odun getirme işini ona verdi. Gönlü Hakk ve hakikat sırlarına erebilmenin vecd ve heyecanıyla tutuşan Yûnus, büyük bir aşk ve görülmemiş bir şevk ile verilen vazifeyi ifaya başladı.


Türbeye giden yolda sağda Yunus Emre'ye ait sözler yol boyu devam etmektedir...
YUNUS EMRE'NİN TAPDUK EMRE'YE HİZMETİ...
 Yûnus Emre’nin Taptuk Hazretleri’nin dergâhındaki hizmeti ise, dillere destandır. Yûnus, kendisine verilen, dergâha odun getirme, vazifesini îfâda bir gün bile aksatmamak şartıyla nice yıllar tarifsiz bir gayret göstermiştir. Hem nasıl bir gayret! Getirdiği her odunun dümdüz olmasına dahî dikkatle dolu bir gayret...

 Bunun farkında olan Taptuk Emre Hazretleri, bir gün Yûnus’un getirdiği odunlardan birini eline alarak sordu:
“ –Yûnus! Sana nicedir sormadığımı bugün sorayım: Hepsi böyle mi bu odunların? Hepsi ok gibi dümdüz mü?.. ”
“ –Hepsi öyle sultanım! ”
“ –Hiç eğrisi yok mu? ”
“ –Yok sultanım! ”
“ –Bunca yıldır dağda hiç eğri oduna rastlamadın mı Yûnus ?.. ”

Yûnus, şu meşhur cevabı verdi:
“ –Sultanım! Bilirim ki, sizin kapınızdan içeri hiçbir eğrilik girmez; odun bile olsa!.. ”
İşte Yûnus’un hizmeti böyleydi! 


YUNUS EMRE'NİN ARAYIŞ İÇİNE GİRMESİ VE SEYAHATLERİ...
Tasavvufta mürşid ile mürid arasındaki münasebetlerde muhtelif metotlar vardır. Bunlardan biri de, mürşidin, müridinin kaydettiği terakkîden bir kısım mânevî tehlike dolayısıyla onu haberdâr etmeyip talebesini seyr-u sülûk yolunda daha da ileriye götürme gayretidir.
Taptuk Emre de, Yûnus’un mânevî yükselişinde nefsine bir pâye alıp terakkîsine mâni olmaması için uzun bir müddet bu metodu tatbîk etmişti. Öyle ki, Yûnus, bu dergâhda yıllarca kusursuz hizmet etmesine mukâbil kendisinde herhangi bir terakkî ve himmet emâresi kendince göremedi. Buna son derece üzüldü. “ Bu işin neticesi nereye varacak? ” diye hayıflandı. Ne yapacağını bilemez bir hale düştü... Nihayet bîçâre Yûnus, düşünüp taşındı ve dergâhdan ayrılıp kendisini kemâle erdirecek bir başka kapı aramaya karar verdi. Sessiz – sedasız bir şekilde dergâhtan ayrılıp yollara düştü.
Yolda kendisi gibi kâmil bir kapı arayan iki kişiyle dost olup birlikte dolaşmaya başladılar. Beraberliklerinin ikinci günü acıktıklarında dostlardan biri duâ etti ve kendilerine bir sofra ikrâm edildi. Yiyip içip şükrettiler. Yûnus bu hale son derece şaşırdı. Sonra:
“ -Bunlar, bir kapıya hizmet etmeden bu kemâle erdikleri halde ben onca yıldır yaptığım hizmetimden bir şey elde edemedim. İyi ki o dergâhtan ayrılmışım! ” diye düşündü.
Ertesi gün yine acıktıklarında ikinci derviş duâ eyledi. Tekrar bir sofra ikram edildi. Yiyip içip şükrettiler ve yollarına devam ettiler.
Nihayet bir sonraki gün yemek için duâ sırası Yûnus’a geldi. Her iki derviş de:
“ –Haydi derviş! Sıra sende; duâ buyur! ” dediler.

Yûnus telâşa kapıldı:
“ –Dostlar! Benim duâmla bir yaprak bile kımıldamaz! Ne olur beni bu işte mâzur görün! Benim mertebem çok aşağılardadır. Öyle sizin gibi Hakk katında sofra ikram edilecek bir kimse değilim ben!..” dedi.
Dervişler itirâz etti:
“ –Olmaz derviş kardeş! Usulümüzü bozamayız; haydi duâ buyur! ” dediler.
Ne söylese derviş arkadaşlarını râzı edemeyeceğini anlayan dertli Yûnus, çaresiz bir şekilde ellerini yüce dergâha kaldırdı:

“ –Ya Râb! Bu âciz miskin Yûnus kuluna şu dervişlere gönderdiğin sofradan ikram ettin. Şimdi o sofra için duâ ve ilticâ sırası bana geldi. Sen benim günahlarıma bakmayıp lütfunla muamele buyur; beni mahcûp eyleme Allah’ım! Onlar kimin hürmetine sana duâ edip lütfa nâil oldularsa, ben de o has kulun hürmetine sana niyâz eyliyorum!. .” diye içli içli yalvardı.
Ellerini henüz yüzüne sürmüştü ki, kendilerine gâyet müzeyyen on kişilik büyük bir sofra ikrâm edildi. Hem Yûnus şaşırdı, hem de arkadaşları.
Sordular:
“ –Hey, derviş kardeş! Hani sen duâ bilmezdin! Söyle bakalım; nasıl bir duâ ettin ki, Cenâb-ı Allâh böylesine bir ikrâm gönderdi? ”
Şaşkın ve dertli Yûnus, şâhid olduğu durum karşısında irâdesizleşti. Hiçbir şey söyleyemedi. Bu hâl, kendisine bir muammâ oldu. Bu mânevî sırrı henüz çözemediği için önce arkadaşlarından îzâh istedi:
“ –Evvela siz söyleyin dervişler! Sizler nasıl duâ ettiniz? ” dedi.
Onlar da:
“ –Derviş kardeş! Bizler Taptuk Emre Hazretleri’nin kapısında kırk yıldır dillere destan bir şekilde sadâkat ve ihlâsla hizmet eyleyen Derviş Yûnus’un yüzü suyu hürmetine duâ ve niyâz eyledik. ” dediler.
Bu gerçeği duyan Yûnus, mânevî bir şokla irkilerek gönlünün derinliklerinden kopan bir “ Eyvah! ” feryâdı ile yerinden fırladı. Önündeki sofradan tek bir lokma bile almadan diğer iki dervişe vedâ ederek onların hayret nazarları arasında gerisin geriye döndü.
----- VE DÖNÜŞ "BİZİM YUNUS" -----
”Şeyhinin hânesine varıp kapıyı tıklattı. Hazret-i Pir’in hanımı çıktı. Yûnus’u karşısında gören vâlide hanım, ona:
 “ –Evladım! Niçin böyle yaptın? Hocanı incittin. ” dedi.
Sonra da Yûnus’un nedâmetle ıslanmış gözlerine ve boynu büyük haline bakarak:
“ –Oğlum! Taptuk Hazretleri birazdan dışarı çıkacaklar. Bu eşikte bekle! Ayağı sana takılınca: Bu kimdir? diye sorar. Ben de: ‘ -Yûnus efendim! ’ derim. Şâyet: Hangi Yûnus? derse, anla ki seni gönlünden çıkarmıştır. O zaman durmayıp gidersin. Eğer: Bizim Yûnus mu? derse, bil ki seni affetmiştir. ” dedi.
Dertli Yûnus, bütün rûhunu saran bir nedâmetle başını eşiğe koydu. Beklemeye başladı. Birazdan Taptuk Emre Hazretleri kapıda göründü. Zâhiri gözleri a‘mâ, kalbi ise güneş gibiydi. Ayağı Yûnus’un başına değince:
“ –Bu kimdir? ” dedi.Hanımı:
 Bir ân sükût eyleyen Hazret-i Pir, önünde tedirgin bir vaziyette gözyaşı döken Yûnus’un hâlini kalben temâşâ ederek tebessümle:
“ –Bizim Yûnus mu? ” dedi.
Ardından mânidâr bir şekilde konuştu:
“ –Yûnus, evlâdım! Bir meyvenin olgunlaştığını kendisi bilemez. Onu ancak bahçıvan bilir. Bunun gibi bir talebenin kemâlini de en iyi hocası bilir, fakat gayretlerine devam etmesi ve kendisinde bir varlık hissetmemesi için belli bir mertebeye kadar ondan hakîkati gizleyerek onu daha ilerlere götürür! ” dedi... 

 
Yûnus Emre, yazmış olduğu şiirlerinde bu âleme âit günü birlik mevzûlara pek fazla yer vermemiştir. O, beşerin kader yolu üzerinde oturarak Allâh’a îman, münâcât, dini meseleler, kabir, ömrün fâniliği, aşkullâh, nasîhatler ve yüce gâye gibi ulvî hususları dile getirmiştir. O, her yerde, her şeyde ve her nefeste Allâh’ın zikrini duymuş, nice dilsiz zannedilen varlıkların harfsiz ve kelimesiz söyleye geldikleri ulvî ve lâhûtî sadâları işiterek terennümlerde bulunmuştur.
O: “DÜNYADA GARİP BİR YOLCU GİBİ OL!” hadis-i şerifine imtisâl eden garip bir derviştir. Der ki:
Acep şu yerde var m’ola şöyle garip bencileyin?
Bağrı başlı, gözü yaşlı şöyle garip bencileyin?
Bir garip ölmüş diyeler üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar şöyle garip bencileyin!..

Hey Emrem Yûnus bîçâre, bulunmaz derdine çare,
Var imdi gez şardan şara şöyle garip bencileyin!..



Varlığın aldatmacasından kurtulan Yûnus Emre Hazretleri, mal ve mülke, onlara esir olurcasına düşkün insanları ne güzel îkâz eder:
MAL SAHİBİ MÜLK SAHİBİ, HANİ BUNUN İLK SAHİBİ? ...

MAL DA YALAN MÜLK DE YALAN; VAR BİRAZ DA SEN OYALAN! 
Hayatın kısalığını da bir beyitle anlatır:
Ana rahminden geldik pazara;
Bir kefen aldık döndük mezara!..

Ayrıca bu aldanış mekânına konup göçenlerin halini ise ne güzel aksettirir:
Yalancı dünyâya konup göçenler,
Ne söylerler ne bir haber verirler!..
Üzerinde türlü otlar bitenler,
Ne söylerler ne bir haber verirler!..

Kiminin başında biter ağaçlar,
Kiminin başında sararır otlar,
Kimi mâsûm, kimi güzel yiğitler
Ne söylerler ne bir haber verirler!..



O, bu dünya hapishânesinde yaşanan gurbet hâlini ve bu hâl dolayısıyla karşılaştığı nice elem ve keder tecellîlerini, husûsiyle Hüsn-i Mutlak’dan ayrılığını bülbüle sitem ile şöyle ifâde eder:
Sen bunda garîb mi kaldın, niçin ağlarsın ey bülbül?

Yorulup iz mi yanıldın, niçin ağlarsın ey bülbül?
Karlı dağlar mı aştın, derin ırmaklar mı geçtin?
Yârinden ayrı mı düştün, niçin ağlarsın ey bülbül?


Yûnus Emre Hazretleri, ilmi gâye edinmedi. Onu ancak bir vasıta olarak kullandı. Onun bu husûstaki ifâdeleri, ayrı bir mânâ ve sır ile doludur:
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir,
Sen kendin bilmezsin, bu nice okumaktır?
Okumaktan mânâ ne, kişi Hakk’ı bilmektir,
Çün okudun bilmezsin, ha bir kuru emektir!

Yigirmi dokuz hece, okursun uçtan uca,
Sen elif dersin hoca, mânâsı ne demektir?



Yûnus Emre, aşksız bir gönlün kuruluğunu şöyle anlatır...
İşitin ey yârenler, aşk bir güneşe benzer.
Aşkı olmayan gönül, misali taşa benzer!























ÇAYIRHAN KUŞ CENNETİ... 
Türkiye'de 70 kuş cennetinden biri olan ve 150'yi aşkın kuş türünün varlığı tespit edilen "Kuş Cenneti", 1994 yılında Milli Parklar, Av ve Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü tarafından koruma altına alındı. Şahin, doğan, kartal, Mısır akbabası, alaca balıkçıl, kaşıkçı, yeşilbaş, karabatak, kılkuyruk, turna, keklik, çulluk, bıldırcın, kaz, su tavuğu gibi kuşların görülebildiği bölgede, kremalı pasta benzeri renkli platolar arasında kendinizi yeni bir gezegende sanabilirsiniz.  


ÇAYIRHAN KASABASI HAKKINDA...
Çayırhan kasabası, Ankara'nın Nallıhan ilçesine bağlı bir yerleşme yeridir. İstanbul-Ankara arasındaki 1 numaralı devlet yolu üzerinde Sarıyar baraj gölünün kıyısında alçak tepelerin çevrelediği küçük bir düzlükte kurulmuştur.
Ankara'ya 126, Nallıhan'a 35, Beypazarı'na 27 km. uzaklıktadır.

(14 Mart 2010)








4 yorum:

Elif Kararlı dedi ki...

Bilgiler ve resimler harika..

Yolunuz açık olsun yüreğiniz dert görmesin..

Gezi/yorum... dedi ki...

Papuç; beğeniniz için teşekkürler..

Adsız dedi ki...

En sondaki resim..Çok,çok güzel..

Adsız dedi ki...

yunus emrenin köpeğininadı ne